17 Eylül 2007 Pazartesi

Karikatürler































































































































































































Salvador Dali


Salvador Dalí 11 Mayıs 1904′de Figueras’ın (İspanya’nın Kuzeyinde Pirienelere yakın bir kasaba) bir köyünde doğdu. 6 yaşındayken menenjitten ölen erkek kardeşinden 3 sene sonra dünyaya gelmişti. 1973 de şöyle yazacaktı:‘Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hala onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu.. Babamın sevgisinin bu sınırları yaşamımın ilk günlerinde itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.’Ona koydukları isim; ölmüş kardeşinin ismiyle aynıydı: Salvador. Ressam bu kardeşine ikiz kadar benziyordu. Anne babasının yatak odasında Velazquez’in Çarmıhta İsa resmiyle birlikte asılı olan kardeşinin resminin yaşayan bir aynasıydı. Böylece Salvador Dalí bir küçük despota dönüştü. Ailesinin dikkatini çekmek için yaptığı histeri krizleri, teatral hareketler alışılagelmiş şeylerdi. Uzun süre, onu fetheden kızkardeşi Ana Maria’nın doğumu bile onu düzeltmeye yetmedi. Aksine zaman geçtikçe farklılığını ifade etme isteği daha dayanılmaz hale geliyordu.Hasta çocuk; 10 yaşında yaptığı ilk self-portresinin ismiydi. Bir süre sonra ilk resim kursuna başladı. Öğretmeni Juan Núñez iyi bir ressamdı; ondan karakalem çalışmayı öğrendi. Daha sonra Catalan (İspanyanın Kuzey doğusunda yaşayan Catalanca adında farklı bir dil konuşan insanlara verilen isim) empresyonist ve realistlerini tanıdı. Daha sonra Kübizm ve Juan Gris’i keşfetti.20′li yılların başında Madrid San Fernando Akademisine başladı. Ancak anarşist hareketleri nedeniyle okuldan atıldı ve bir süre Girona’da tutuklu kaldı. (1923) Daha sonra tekrar okula kabul edilse bile 1926′da tamamen atıldı. Bunu takip eden yıl Paris’te Picasso’yla tanıştı. 10 yıl sonra Londra’da Stefan Zweig onu Sigmund Freud’a tanıttı. 1923′te Madrid’de Luis Buñuel ve García Lorca ile tanıştı. Dalí böylece değişti. Görünümüyle de. Başlangıçta ki uzun saçları; ağzından hiç düşmeyen piposu daha sonra kısacık biryantinli saçlı spor kıyafetli asık suratlı birine dönüştü. Günlük yaşamı; entelektüel bir söylemin ve lüks bir yaşamın çevresinde dönüyordu. Buñuel’le ‘Bir Endülüs Köpeği’ filmini sahneye konmasına yardımcı oldu. Ama. Buñuel.’i dinsizlikle suçlayarak ikinci bir filmden uzak durdu. Buna karşın García Lorca’yla çok yakın bir arkadaşlığı oldu. 1925-36 yılları arasında uyumlu bir dostlukları oldu. Kadınlar pek ilgisini çekmiyordu. Onlar “sadece erotik fantezileri için gerekli”ydiler.Dali’nin fikrini değiştiren olay 1926’da Gala’yla tanışmasıyla gerçekleşti. Gala; bir Rus avukatın kızı ve sürrealist şair Paul Eduard’ın eşiydi. Onu ilk defa Cadaquez’de Akdeniz’in Catalan kıyısında Hotel Miramar’ın karşı terasında gördüğünde eşiyle beraberdi. Ertesi gün saat 11′de plajda buluşmak üzere sözleştiler. Dali bu olayı tamamen sembolik bir biçimde hazırlamaya karar verdi.Soyundu. Elbiselerini, göğüs uçlarını, kıllarını, göbek deliğini ve esmerleşen tenini gösterecek şekilde kesti, katladı. Boynuna inci bir kolye, kulağına bir kırmızı bir sardunya taktı. Traş olurken yaralanmasından esinlenerek kendi kanını süründü. Bunu balık kuyruğu, keçi gübresi ve yağla karıştırdı. Ama pencereden Gala’yı, özellikle de çıplak bronzlaşmış sırtını görünce, bu ölümcül ritüele son vererek üzerindeki partallığı ve bu vebalı tutkuyu soyunmaya karar verdi. Birkaç ay sonra tamamen aşık olarak birlikte yaşamaya başlayacaklardı. Ve o andan itibaren Gala; Dali için bir aşık, bir arkadaş, esin perisi ve model (ilk defa profilden Gran Mastrubador’da gözükür), danışman ve herşeyin ilersinde varlığının yöneticisi olacaktır. Port Lligat’de hayatlarının evlerini kurdular.İlk önce İspanya İç Savaşı’ndan daha sonra Dünya Savaşından kaçmak için tüm dünyayı gezdiler. Dali şöyle açıklar düşüncesini:‘Her zaman anarşist ve aynı zamanda da monarşisttim. Her zaman burjuvaziye karşıydım ve hala da öyleyim. Gerçek kültürel devrim monarşist prensiplerin restoresiyle mümkündür.’Ama 1934′te beş yıllık aktif bir işbirliğinden sonra artık eski sürrealist arkadaşlarından ayrılmış ve küçük burjuvaya dönüşmekle suçlanır olmuştu. Çünkü politikadan kaçıyordu:‘Beni ne marksizm bir parça bile ilgilendirmiyordu. Politika bir kansere benziyordu.’Newyork’a yerleşti, ama arada sırada geri dönüyordu. Örneğin faşistler arkadaşı Garcia Lorca’yı öldürdükten ya da Nazilerin istilasından sonra. Mamafi, Kuzey Amerikalılar tarafından aranılan, sevilen, iyi ücret ödenen biriydi. 1966′da Newyork modern sanatlar müzesinde 1966′de ona bir retrospektif adadılar. Beuborg’daki bir diğer sergi için 1979′a kadar beklemesi gerekti. 3 sene sonra 1982′de Gala öldü. O zamandan sonra nerdeyse resim yapmayı bıraktı. Dali , Gala’nın mezarının olduğu Pubol’e yerleşti ve son eserlerini verdi.Bütün akımları tanıyıp; olası bütün etkilerden geçtikten; tüm çılgınlığıyla o devasa eseri ‘Babil Kulesi’ni oluşturduktan sonra; Salvador Dali sanatı boyunca uzayıp giden bir ipi farketti. Bu ip görünmez bir şekilde daha Breton’la bile değilken gerçekleştirdiği ilk sürrealist eseriyle, gerçek anlamdaki sürrealist eserlerini birbirine bağlıyordu.Freud’un içten ve ve fanatik olarak tanımladığı, Dali’nin gözleri; hep büyüleyici bir dünyayı keşfediyordu. Dali hiçbir zaman taptığı esin perisi Gala’dan ayrılmadı, eve kendine duyduğu ihtiyaçtan daha fazla bir ihtiyaçla ona bağlıydı.Pubol Şatosundaki yangından kurtulduktan sonra; 23 Şubat 1989′da Figueras hastanesinde, 84 yaşında öldü. Cesedi ilaçlandı; ve Figueras’daki müzesine hakim olan dev kubbenin altına gömüldü.

13 Eylül 2007 Perşembe

Keops Piramiti

Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser, Mısır'daki Keops Piramididir. Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır. Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır. Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops'un mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir. Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de "Dünyanın Birinci Harikası" olma niteliğine hak kazanmıştır. Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini; kral, kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlardır. Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir. Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır. Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür. Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30 yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.

12 Eylül 2007 Çarşamba

Michelangelo


Michelangelo, 1475 yılında Arezzo yakınlarında Caprese’de doğar. Ailesi, o daha bir aylıkken Floransa’ya taşınır. Annesi, kendisi altı yaşındayken ölen Michelangelo, 13 yaşına geldiğinde Floransa’da fresk ressamı Domenico Ghirlandaio’nun yanına öğrenci olarak verilir. Bertoldo di Giovanni’nin zamanında, Medici ailesine ait olan San Marko bahçesinde çalışan genç Michelangelo, bu arada Lorenzo de’ Medici ile tanışır.Michelangelo, heykeltıraştaki rüştünü kanıtladığı ilk ve en ünlü eseri olan çocuk kral David’in heykelini yaptığında henüz 26 yaşındadır. Beş buçuk metrelik bir mermer kütleden çıkaracağı eser için genç dâhi, mermer bloğun yanına bir baraka inşa ederek, yardımcısız bir şekilde, çoğu zaman geceli gündüzlü çalışarak Rönesans sanatının harikalarından biri olarak kabul edilen David’i yaratır.1505 yılında Papa 2. Julius tarafından kendisine, en önemli başarılarından biri olacak Vatikan’ın yanındaki Sistine Kilisesi’nin tavan resimlerinin yapılması işi verilir. 3 yıl sonra başlayacağı bu görevi sanatçı, 520 metrekarelik bir alanda yaklaşık dört yıllık bir çalışmanın ürünü olarak bitirir. Ortasının da, her biri Adem, Havva ve Nuh Tufanıyla ilgili İncil’in eski Ahdi’nden alınma öykülerden esinlenerek yapılan resimlerin bulunduğu dokuz pano bulunan freskin yan unsurları da mitolojik figürlerle bezelidir. Özellikle “Ademin Yaratılışı” ismindeki sahne batı resim sanatının en canlı tasvirlerinden biri kabul edilir.1519 yılında Cosimo de’ Medici’nin soyunun son temsilcisi Lorenzo de’ Medici’nin ölmesiyle Michelangelo, onla birlikte genç yaşta ölen Nemours Dükü Giuliano’nun mezarlarının konulduğu kiliseye iki ünlünün heykelini yapar. 1534’te Papa 3. Paul’un heykeltraşı ve mimarı yapılan Michelangelo’ya Sistine Kilisesi’nin sunak duvarına bir ‘Kıyamet Günü’ tasviri yapmasını ister. Meryem’in Göğe Yükselişi, İsa’nın Vaftizi ve Musa’nın Hükmü’nün anlatıldığı freksler süsler bu duvarı.Kıyamet Günü tablosuna başından beri muhalefet eden yeni Papa 4. Paul ise, tablodaki imgelerin fazlaca müstehcen göründüğünü belirterek Michelangelo’dan tabloyu biraz daha ‘düzgün’ hale getirmesini isteyince, ustanın cevabı şu olur: “Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yaşadığımız bu dünyayı uygun ve yaşanılır bir hale getirsin, sonra da bu tablo da aynı uygunluğa girecektir.” Michelangelo’nun yaşadığı çağ, kendisiyle boy ölçüşebilecek derecede yetkin ressam ve heykeltıraşçılara da tanıktır aynı zamanda.Bunların başında Rafael ve Leonardo Da Vinci gelir. Bu sanatçılar arasında keskin ancak hoşça bir rekabet vardır. Anlatılan bir öyküye göre, sanatçının rakiplerinden Rafael ve Bramante, işbirliği yaparak Michelangelo’ya Sistine Kilisesinin işini verdirmeye çalışırlar. Böylelikle, kendini ressamdan çok bir heykeltıraş olarak kabul eden Michelangelo, bu işi kabul etmeyerek Papanın gözünden düşecektir. Hayatının son dönemini Roma’daki Aziz Peter Kilisesi’nin mimarı olarak geçiren Michelangelo 89 yaşında ölür.Rönesans sanatına benzersiz bir etkide bulunan Michelangelo, klasik sanat tekniklerini öğrenmesinin yanı sıra asıl olarak, insan formunu her açıdan tasvir edebilmek için kadavralar üzerinde çalışıp, Yunan ve Roma sanatından devraldığı idealleştirilmiş insan tasarımlarını ulaştığı gerçekçilik boyutunu yakalamaya çalışır. Batı resminin babası olarak bilinen Giotto’nun resmindeki doğallık ve gerçekçilik ile 15. yüzyıl başında tam olarak anlaşılabilen derinlikte perspektif olgusunu geliştirip kendi tarzına temel yapan Michelangelo onlarca heykel, freske imza atıp Roma’nın yeniden inşa ve düzenlenmesinde de önemli görevler almıştır.

Auguste Rodin


Modern çağın en önemli öncüleri arasında sayabileceğimiz bir sanatçı...Phidias ve Michelangelo'yla birlikte heykel sanatının gelmiş geçmiş en büyük üç ustasından biri... Düşünen adam, Öpüşme, Cehennemin kapısı, Balzac gibi yapıtlarıyla insanlığın belleğinde hiç silinmemecesine yer etmiş bir yaratıcı... Yapıtlarıyla olduğu kadar düşünceleriyle, kavgalarıyla, ünlü aşkları ve çalkantılı yaşamıyla bir çağa damgasını vurmuş büyük deha: Auguste Rodin!
Auguste Rodin 1840 yılında Paris’te doğar ve daha küçük yaştan desene olan kabiliyetini gösterir. Yaşı on yediye yaklaşırken üç yıl arka arkaya denemesine rağmen Güzel Sanatlar Okuluna giremez. Kısa bir süre sonra kız kardeşi Marie öldüğünde takvim 1861’i gösterecek, kendisini bir manastıra kapatan Rodin’in heykele ilgisi devam edecekti. Rodin kendi kafasını dinleyen hatta yaptığı heykel gibi düşünen bir adamdır. Alışılagelmiş Tanrı mükemmeliyetinde Grek ve Roma heykelleri yapmak yerine, insan bedeninin çirkinliklerini de yontma cesaretini kendinde bulacaktır. Heykellerini yaparken hiç ideal ölçülerde modeller kullanmaz. Ona göre yaşamın içinden gelen insan sanatla bağlantılı olabilirdi. Heykellerinde yansıtmak istediği ise bir yüz ifadesi veya duyguydu. Bunn ilkörneği 1865 yılında Salon des Artistes Français sergisine yolladığı “Kırık burunlu adam” eserinde görülür. Topraktan yapmış olduğu bu heykel zamanla ve hava şartlarından dolayı parçalanmış ve sadece bir maske olarak jürinin önüne gelmişti. Sergilenmeye değer bulunmayan bu eser Rodin’i yıpratmak yerine ona şevk verecektir. Zaten kendisi eleştirilmeye, reddedilmeye hatta küçük görülüp alay edilmeye alışkındı.

1875’de ilk kabul gören işi “Tunç Çağı” adlı heykelin (özelliği ise yaklaşık 1.80 cm insan boyunda birebir ebatta olmasıydı) hayranlık uyandırması beklenirken eleştirmenlerden modelin üzerinden kalıp alınarak yapıldığı iddiası sanatçıyı yine üzer. Bunu kendisine yöneltilen hakaretlerden sayar fakat üretmeye devam eder.


1891’de Balzac’ın heykel siparişini alacak olan Rodin’i gene aynı son beklemektedir. Meşhur yazarı çıplak bir şekilde göbekli, gözleri abartılı bir şekilde klasik heykel sanatından uzak bir şekilde yontmuş olan usta eserini sergilediğinde gene bir skandala yol açar. heykeltıraşa yaptıklarını açıklama fırsatı bile verilmez.

Eskici ve antikacıları dolaşıp Grek ve Roma heykellerinin kırık parçalarını koleksiyoncu gibi toplayan Rodin öğrencisi Camille Claudel ile tanıştığında hayatı sonsuza kadar değişecektir. Sonraları asistan olarak yanına alacağı bu kadınla unutulmaz bir aşk yaşar. 1864 doğumlu Claudel zaten burjuva sınıfını tehdit eden yapısı ile yasak olmasına rağmen heykel yapmaktadır. O yıllarda kadının sanat icra etmesi, yaratıcılığını kullanması veya heykel yontması söz konusu değildir. Claudel ise bir asidir ve aklına geleni yapmaktadır. Bunun en iyi örneği Sakuntala adlı heykelinde bir erkeğin kadın önünde diz çökmüş şekilde kadına sonsuza kadar taparcasına yonttuğunda görülür.
Uzun süre beraber çalışır, heykeller yaparlar. Rodin’e heykellerini nasıl yaptığını sorduklarında ise, “Taşın fazlasını atıyorum geriye heykel kalıyor” diye basitçe cevaplar. Sevgilisi olduktan sonra Camille, Rodin’in yaptığı tüm heykellere ilham belki de fikir kaynağı olacaktı.

Bu arada Camille Claudel’in kardeşi Paul Claudel önemli bir yazar ve diplomattır. Camille, yaptıkları ile oğlunun kariyerine leke sürülmesin diye annesi tarafından akıl hastanesine kapatılacak ve 30 yıl orada kalacaktır. Parçalayamadığı, kırıp atmadığı, geriye bıraktığı eserleri bugün Rodin müzesinde olan Claudel’in filmini gördüğümde aralarındaki aşkı daha da derinden hissetmiştim. Filmde Isabelle Adjani ve Gerard Depardieu oynuyorlardı. Aklını kaybeden Claudel, Rodin’in kendi yaptığı heykelleri çalıp üzerine imza attığını da hastane de kaldığı sürede söyleyecektir. Doğruluğu ise hiçbir zaman bilinemeyecekti.
Rodin yptığı en önemli eser belki de “Cehennemin Kapısı”dır. Bol figürlerin yer aldığı bu kapıyı yaparken Dante’nin “İlahi Komedi”sinden esinlenmiş, sonradan tüm figürleri çıkartarak sade mimariye döndürmüştür. Tüm geçirdiği değişikliklerle yap boz tahtasına çevireceği bu kompozisyondan çıkarttığı küçük heykelleri parçalayıp sonradan birleştirerek yeni bir sanat dalı da doğuracaktır.

Fikret Mualla


Resimleriyle olduğu kadar trajik yaşamıyla da izler bırakan ressam Fikret Muall 20 Temmuz 1967’de Fransa’da öldü ve Paris Kimsesizler Mezarlığı’na gömüldü. 1903’te İstanbul’da doğan Fikret Mualla, Saint Josph ve Galatasaray liselerinde okuduktan sonra, mühendislik öğrenimi için gittiği Almanya’da resme yöneldi, yapıtları çeşitli Alman dergilerinde yayımlandı. 1930’da Türkiye’ye dönen Fikret Mualla, Galatasaray Lisesi ve Ayvalık Ortaokulu’nda resim öğretmenliği yaptı; İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen Lüküs Hayat, Deli Dolu, Saz Caz gibi operetlerin kostümlerini çizdi. Yeni Adam dergisi için desenler hazırlayan sanatçı, Nazım Hikmet’in Varan 3 adlı şiir kitabını da resimledi. 1936’da bir süre Bakırköy Akıl Hastanesi’nde tedavi gören sanatçı, daha sonra ağabeydin Dino’nun önerisiyle New York Dünya Sergisi’ndeki Türk Pavyonu’nda sergilenmek üzere 30 kadar İstanbul manzarası yaptı. 1939’da Ses dergisi için çizdiği desenlerden bazıları müstehcen bulununca hakkında dava açıldı, davadan beraat ettikten sonra Paris’e yerleşti. Savaş yıllarının bunalımı, yurt özlemi, alkol tutkusu ve büyük bir sorun halinde yaşadığı polis fobisi nedeniyle birkaç kez daha tedavi altına alınan sanatçı, 1954’te Paris’te ilk kişisel sergisini açtı, bunu bir yıl sonra ikinci sergi izledi. Çeşitli sanatseverlerin korumasıyla yaşamını sürdüren Fikret Mualla’nın 1950’lerin sonunda tanıştığı Madam Angles, 1962’de felç olan sanatçının bakımını sonuna dek üstlendi. Yapıtlarında renkçi ve dışavurumcu tutumla fovizmin sentezine ulaşan ressam, Paris’in sokaklarını, kahvelerini ve eğlence yerlerini guvaş, yağlıboya, suluboya ile resme aktardı. Resmin temel sorunlarıyla ve akımlarla bilinçli olarak ilgilenmeyen sanatçı, iç dünyasının etkisiyle, lirik bir anlatım geliştirmişti. Fikret Mualla’nın kemikleri 1974’te yurda getirilerek Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü. Paris’te açık artırmaya çıkarılan resimleri devletçe satın alınarak Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde bir Fikret Mualla Salonu oluşturuldu.





11 Eylül 2007 Salı

Daha Güzel Bir Yaşam İçin...

Özür dilemekten çekinme.
•Aynı hatayı ikinci kez yineleme.
•Duyurduğun ya da duyduğun haberlerin taraflı olduğunu unutma.
•Büyük düşün, küçük zevklerin tadına var.
•Dinlemeyi öğren.
•Mükemmeli ara, kusursuzu değil.
•Yaşlan ama paslanma.
•Asıl savaşı kazanmak için küçük bir çarpışmayı yitirmeyi göze al.
•İnsandaki iyiyi ortaya çıkarmayı bil.
•Senden daha zeki insanları işe al.
•İlk kez tanıştığın insanlara önce işlerini sorma.
•Kaybedecek birşeyleri kalmamış insanlardan kendini koru.
•Herşeyi bulduğundan daha iyi durumda bırak.
•Köprüleri atma. Aynı nehri yine geçmek zorunda kalabilirsin.
•Acıyı ve düşkırıklığını, yaşamın bir parçası gibi kabul et.
•İnsanların her zaman gerçeği duymak istediklerini sanma.
•Başarılarının sana sağladığı iç huzuru sağlık ve sevgi ile ölç.
•Sürekli “Ben dürüstüm” diyenlerden kuşkulan.
•“Keşke” sözcüğü yerine “Bir daha ki sefere” demeyi dene.
•Maddi durumun çok iyi olsa bile, bırak çocukların kendi
harçlıklarını kendileri kazanabilsinler.
•Çoçuklarına sık sık onlara ne denli çok güvendiğini söyle.
•Çocuklarını övgüye sahip olabilecekleri biçimde yetiştir.
• Ailene “en iyisini vermek” yerine, “verebileceğinin en iyisini” ver.•